Mehmet Resul Kaçar

Biyografi:
1984 Diyarbakır’ın Dicle ilçesinde doğdu
2003-2007 Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Eğitim Fakültesi, Resim-İş Öğretmenliği Bölümü, Resim Ana Sanat Dalı
2008 Millî Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı olarak öğretmenlik yapmaya başladı
2009 Kısa filmlere merak saldı ve deneysel film çekimleri yapmaya başladı
2018 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Temel Sanat ve Tasarım Bölümü’nde yüksek lisans programına başladı
İstanbul’da yaşamakta ve çalışmaktadır

Kişisel Sergiler:
2023 Rüya Bitti Kırmızı Ceket, Galeri 77, İstanbul, Türkiye
2021 Güllerin Ovası, Galeri 77, İstanbul, Türkiye
2015 HEBUN (Var Olmak), Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Diyarbakır, Türkiye
2006 Kişisel sergi, Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Eskişehir, Türkiye

Grup Sergileri:
2023 Selections II, Galeri 77, İstanbul, Türkiye
2023 CI Bloom 2. Edisyon, Galeri 77 ile, İstanbul Türkiye
2022 Artweeks@Akaretler 7. Edisyon, Galeri 77 ile, İstanbul, Türkiye
2022 Contemporary İstanbul 17. Edisyon, Galeri 77 ile, İstanbul, Türkiye
2022 CI Bloom 1. Edisyon, Galeri 77 ile, İstanbul Türkiye
2021 Contemporary İstanbul 16. Edisyon, Galeri 77 ile, İstanbul, Türkiye
2021 Contemporary İstanbul 15. Yıl, Galeri 77 ile, İstanbul, Türkiye
2020-2021 Ön İzleme, Galeri 77, İstanbul, Türkiye
2020 Virtual Contemporary Istanbul Art Fair, Galeri 77 ile, İstanbul, Türkiye
2020 Step İstanbul, Taksim 360 Project, Galeri 77 ile, İstanbul, Türkiye
2020 Hatırla Beni, Galeri 77, İstanbul, Türkiye
2019 Mamut Art Project 2019, Küçük Çiftlik Parkı, İstanbul, Türkiye
2018 28. Artist İstanbul Sanat Fuarı, Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, İstanbul, Türkiye
2017 27. Artist İstanbul Sanat Fuarı, Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, İstanbul, Türkiye
2010 Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Mezunlar Sergisi, Eskişehir, Türkiye
2009 “14 Mart Tıp Bayramı” Karma Resim Sergisi, Diyarbakır, Türkiye
2008 Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Mezunlar Sergisi, Eskişehir, Türkiye
2007 Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Atölye Sergisi, Eskişehir, Türkiye
2006 Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Atölye Sergisi, Eskişehir, Türkiye
2006 Mevlâna Kültür Merkezi Karma Resim Sergisi, Konya, Türkiye

Ödüller:
2019 9. Bazaart Projesi ÜÇÜNCÜLÜK ÖDÜLÜ, İstanbul, Türkiye
2015 SAKÜDER Resim Yarışması İKİNCİLİK ÖDÜLÜ, Ankara, Türkiye
2007 Ahmet Yakupoğlu Resim Yarışması BAŞARI ÖDÜLÜ, Kütahya, Türkiye
2005 Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi “Portre” Konulu Resim Yarışması BAŞARI ÖDÜLÜ, Eskişehir, Türkiye

Yarışmalı Sergiler:
2019 “Dalule” video, UPSD Resim Yarışması Sergileme, İstanbul, Türkiye
2015 Eskişehir Genç Sanatçılar Buluşması Jürili Resim Yarışması Sergileme, Eskişehir, Türkiye
2015 Eskişehir Genç Sanatçılar Buluşması Jürili Resim Yarışması Sergileme, Eskişehir, Türkiye
2015 SAKÜDER Resim Yarışması Sergileme, Ankara, Türkiye
2014 Gaziantep Üniversitesi “Desen” Yarışması Sergileme, Gaziantep, Türkiye
2007 Ahmet Yakupoğlu Resim Yarışması Sergileme, Kütahya, Türkiye
2007 Sütçü İmam Üniversitesi Resim Yarışması Sergileme, Kahramanmaraş, Türkiye
2006 Sütçü İmam Üniversitesi Resim Yarışması Sergileme, Kahramanmaraş, Türkiye
2005 Terracco Resim Yarışması Sergileme, Eskişehir, Türkiye

Filmografi:
2021 ZEMAR (Ağıt), kısa film
2015 HABHİNARKE (Nar Tanesi), kısa film
2015 HEBUN (Var Olmak), kısa film
2014 KUND (Baykuş), kısa film
2011 DALULE (Bostan Korkuluğu), kısa film

Mehmet Resul Kaçar 1984 yılında Diyarbakır’ın Dicle ilçesinde doğdu. İlköğretim, ortaöğretim ve lise eğitimini Ergani ilçesinde tamamladı. 2003 yılında özel yetenek sınavıyla Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Eğitim Fakültesi Resim-İş Öğretmenliği Bölümünü kazandı. Resim ana sanat dalından 2007 yılında mezun oldu. 2008 yılında MEB’e bağlı çalışmaya başladı. 2009 yılında kısa filmlere karşı merak saldı ve deneysel çekimler yaptı. 2018 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Temel Sanat ve Tasarım bölümünde yüksek lisans programına başladı. Sanatçı İstanbul'da yaşamakta ve çalışmalarına devam etmektedir.

İlk kişisel sergisini 2006 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde açan Mehmet Resul Kaçar, “Hebun (Var Olmak)” isimli ikinci kişisel sergisini 2015 yılında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nde gerçekleştirmiştir. Bunlara ilave olarak, 2006-2019 yılları arasında yurt içinde çeşitli grup sergilerinde yer almıştır. Ayrıca, 2005-2019 yılları arasında katıldığı resim yarışmalarında eserleri sergilenmeye layık görülmüş ve çeşitli ödüller kazanmıştır. Sanatçı, “Güllerin Ovası” isimli İstanbul’daki ilk kişisel sergisini 2021 senesinde Galeri 77’de gerçekleştirmiştir.

Sanatseverlerin ismini Mamut Art Project 2019 edisyonundan hatırlayacağı Mehmet Resul Kaçar, resimlerinde geçmişten günümüze dünyamızdaki olumsuz değişimi doğa ve hayvanlar ekseninden anlatıyor. Eserlerin dikkat çeken noktası fondaki standart temanın (başak tarlası) üzerindeki figürlerin ve rollerin değişkenliği oluyor. Sert bir coğrafyada, bu şiddetli-kurak alanda, doğa, insan ve hayvan çatışmasını gösteren resimleri insanın aklına iktidarla boğuşan ve yer yer kendisi de iktidar olan figürleri getiriyor.


Yorumlar:
Mehmet Resul Kaçar, Güllerin Ovası

İsmini Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde bulunan Demo Köyü’ndeki Güllerin Ovası bölgesinden alan seçkide sanatçının resimleri dışında bir de video çalışması bulunuyor. Yapıtlarında doğup büyüdüğü coğrafyayı konu alan sanatçı, Güllerin Ovası sergisinde, bir tarafta doğa manzaralarını kendine has bir plastik dille aktarırken diğer tarafta insanların hayvanlara uyguladığı istismar ve şiddet arasındaki ilişkiyi irdeliyor.

Kaçar’ın resimleri geleneksel doğa tasvirlerinin ötesine geçerken kullandığı başak sarısı fon sanatçının özgün üslubu hakkında birtakım ipuçları barındırır. Öncelikle resimlerin manzara karşısında ölçüle biçile yapılmadığı kolayca fark edilir. Bu hayali manzaralardaki derinlik hissi, aynı rengin farklı ton uygulamalarıyla ve/veya mat-parlak doku tezatlıklarıyla verilidir. Böylece rasyonel bir çizgisellikten çok, renksel bir duyumsama öne çıkar. Rengin resmin konusuna dönüştüğü modern sanatlarda sarıyı en etkili kullanan sanatçıların başında hiç şüphesiz Van Gogh gelir. Emile Bernard’a yazdığı bir mektupta sarıyı “aşkın yüceliğini en belirgin şekilde anlatan” renk olarak tanımlar. Benzer bir şekilde Kaçar’ın sarı kullanımı doğanın yüceliğine ve sonsuzluğa açılma potansiyeli taşır. Özgünlüğü ise sarı rengin memleket özleminin ifadesine bürünerek coğrafi bir nitelik kazanmasında saklıdır.

Uçsuz bucaksız ovalar, bozkır ve dağlarda otlayan hayvanlar İstanbul’un keşmekeşinde yaşayanlar için huzur ve dinginliği simgeler. Halbuki Güney Doğu Anadolu’nun coğrafyası ve iklimi, tarihi ve talihi kadar sert ve şiddetlidir. Bu şiddet sarmalı içinde Kaçar’ın asıl meselesi insanların zevk için hayvanlara uyguladığı zulümdür. Sanatçının insan-hayvan ilişkileri hakkındaki çocukluk anıları, aile ve çevresindekilerin tanıklıkları evrensel bir boyuta açılarak şiddet mefhumunun insan doğasındaki yerinin sorgulanmasını sağlar. Böylece Kaçar, horoz ve köpek dövüşleri, spor adı altında avlanma, Safari turları gibi doğayı ve hayvanları nesneleştiren her türlü insan faaliyetinin arkasında yatan dışlayıcı ve yıkıcı bilinci eleştirir. Bunu yaparken resimlerinin konusuna ve nesnesine dönüşür. Bazen gömleği, kravatı ve kırmızı ceketiyle hayvanları dışarıdan inceleyen bir gözlemci veya onlarla aynı masada oturan bir arabulucu; bazen de köpekler tarafından kovalanan bir karakter olarak karşımıza çıkar.

Kaçar’ın resimlerinde şiddetin apaçık ifşasının aynı zamanda hem coğrafya hem de insanlıkla ilişkilendirilmesi felsefi, tarihsel ve siyasi sorgulamalara kapı aralar. Sanatçı, insanın doğa ve hayvanlarla kurduğu şiddetli geçimsizlik durumu söz konusu olduğunda, bizleri bir çeşit vicdan muhasebesine davet eder.

Cem Bölüktaş, Şubat 2021
“Güllerin Ovası” sergisi katalog yazısı

***

Mehmet Resul Kaçar’ın Resimleri Üzerine

Ne “uygarlık” sözcüğü ne de onu kuran ve yaşatan “kültür” sözcüğü, kendilerini apaçık ortaya koyan sözcükler değildir. Her ne kadar bunlar “insan”a dair “iyi şeyler” olarak algılanmış ve tarihin hayranlık uyandıran temsilleri halinde onaylanmışsa da o sözcüklerin içlerinde biriken süreçlere daha yakından bakmak gerekir.

Sürekli biçimde uygarlıkları yaratan kültürel göstergelere dikkat kesiliriz. Antik kentlerde aradığımız, tapınaklar, tiyatrolar, mermer caddeler ve meydanlardır; modern kentlerde ise tarihsel yapılar: Katedraller, büyük camiler ya da saraylar… Bunlar ilgi alanımızın dışına asla çıkmaz. Öte yandan, keyifle okuduğumuz metinler de genellikle uygarlık ve kültür adına methiyeler düzerlerken, klişe göstergeler öne sürmekten vazgeçmezler. Bu iki sözcüğün, yani uygarlığın ve kültürün içini dolduran, onlara anlam atfeden, en fazla bizim hayal gücümüzdür aslında… Söz konusu o göstergeler, tarihte olup biten “mevcut durumlar”ı netleştirmez, tam tersine “olması gereken”i yüceltir; böylece “insanın tarihi”ni idealleştirip bir saymacaya dönüştürür.

Oysa iş bu kadar basit değildir ve göstergeler düz bir çizgi halinde “ideal olan”a doğru ilerlemez. O göstergeleri parçalayıp içindekileri ortalığa döküp saçan pek çok felsefeci, tarihçi, sanatçı vb. vardır. Örneğin bunlar arasında belki de en kapsayıcı açıklama Theodor Adorno’dan gelir; ona göre “insanın tarihi”, kan ve zulüm tarihidir. Şöyle yazar: “Canavarlıktır dünyanın özü; ama görünüşü, sürüp gitmesini sağlayan yalan, bugün için hakikatin vekilidir.”

Walter Benjamin de Adorno ile aynı görüşü paylaşır. Ne var ki onun yazdıkları, kültürel varlıklar ve kültürel metinler üzerinden ilerledikçe, bu tarih hakkında daha somut veriler sunmaya başlar: “Bugüne değin zafer kazanmış kim varsa, bugün iktidarda olanları bugün yere serilmiş olanların üstünden geçiren zafer alayıyla birlikte yürümektedir. Savaş ganimeti de, âdet olduğu üzere, bu zafer alayıyla birlikte taşınmaktadır. Bu ganimet, kültür varlıkları diye adlandırılmaktadır.”  Dolayısıyla Benjamin’e göre, kültür alanında hiçbir belge yoktur ki aynı zamanda bir barbarlık belgesi niteliğini taşımasın ve kuşaktan kuşağa etkisini sürdürmesin.

Adorno’nun ve Benjamin’in tümceleri önemli bir sonucu işaret ediyor: Geleneğin çok da masum olmadığı… Toplumsallığın içine yerleşmiş olan “kendiliğindenlik” karakterinin ve o karakteri ete kemiğe büründüren kültürel göstergelerin, şiddet ile yoğurulmuş olduğu… Fakat buna karşın, yüceltilen o göstergelerin ve metinlerin bu tarihi meşrulaştırdığı ve idealleştirdiği…

İşte şimdi Mehmet Resul Kaçar’ın resimlerine yüklediği sahneleri tam da bu noktadan başlayarak izleyeceğiz ve o sahnelerde olup bitenleri, içinde şiddeti taşıyan bir kültürün yansıması olarak göreceğiz. Sanatçı, bu resimleri için oluşturduğu bir metinde şunları yazıyor: “Tarih boyunca arenalar ve meydanlar, kölelerin, gladyatörlerin, yabani hayvanların kan gövdeyi götüren sahnelerine tanıklık etmiştir. Ama neden? Şiddetin seyirlik bir oyun, bir gösteri olarak işlevi nedir? /…İnsanlar zevk almak için günümüzde de hayvanlara yönelik aynı vahşiliği sergilemekte. Horoz derneği adı altında horozları dövüştürüp bahisler oynanmakta, festival deyip köpekler boğuşturulmakta. Çölde salıverilen ceylanın tazılar tarafından kovalanması ve oyuncağı haline getirilmesi bu olayın videoyla kaydedilmesi. Artvin’de yavru ayıyı yaralayıp köpekleri salmak bunu kahkahalar eşliğinde izlemek. Domuzlara yönelik av başlığı altında acayip şovlar, Tunceli’deki dağ keçisi avı, kuş avları, İngilizlerin tilki avı… Bir yandan insanoğlu bu şiddeti uygularken, diğer yandan hayvanı hayvana kırdırmaktadır. Geçmişin tarihsel arka planındaki aktörlerle içinde yaşadığımız çağın güncel aktörleri arasında güçlü bir bağ vardır.”

Anlaşılıyor ki sanatçı, geleneklerin sağladığı meşrulaşmayı yine şiddet açısından ele alıyor ve bu metni ile de Benjamin’e bir göndermede bulunuyor: Barbarlığın, o gelenekler eliyle ve o gelenekleri kutsayan metinler yoluyla günümüze kadar taşınması; üstelik de tüm bunların bir kültürel miras olarak normalleştirilmesi… Böyle bir yaklaşımın iç içe geçmiş iki yönü bulunuyor: Birincisi, insanın ilkel benliğinin şiddete eğilimli yanı… Ve ikincisi, modernleşen insanın bu eğilimi geleneğin parlak kılıfına uydurarak devam ettirmesi… İnsan öldürmenin ahlâksızlık sayıldığı, ama güreş sırasında bir güreşçinin diğerinin ölümüne neden olmasının ahlâksızlık sayılmadığı Yunan kültüründen gelip Roma gymnasiumlarındaki gladyatör eğitimlerinden geçen, oradan da televizyon ekranlarındaki gerçek savaş görüntülerinin bir film gibi zevkle izlenmesine varan bir süreçten söz ediyoruz. İnsanın içinde hep olagelmiş bir “Lucifer”in, zaman zaman ve fırsat bulduğunda kendisini açığa vurmasıdır tüm olup bitenler.

Fakat Mehmet Resul Kaçar’ın resimleri, gelenek ve şiddet ilişkisini daha da genişletiyor ve insanlar arası boyuttan, insan-hayvan arasındaki şiddete ulaştırıyor. Bu durum ise bizi insan-doğa ilişkisinde yüzünü gösteren “Lucifer”e taşıyor. O halde bu kez bakışlarımızı geriye döndürdüğümüzde, karşımıza önce arenalar çıkacak… Helenistik tiyatroların, Roma döneminde bozularak genişletilmesi ve hayvan dövüşleri için yeniden düzenlenmesi… Büyük kitlelerin son derece ilgi gösterdiği ve o kitlelerin, iktidar tarafından yatıştırılıp ehlileştirildiği alanlar bunlar… Sonra da modern insanın doğaya karşı verdiği mücadelede, “rasyonalite” adına zafer kazanıp doğayı alt etmesinin verdiği haz gelecek… Her ne kadar 20. yüzyılın ilk yarısındaki Levinas’vari düşünceler, “insan” ile “öteki” arasındaki ilişkiler bağlamında “doğa” kavramını öne çıkarmış ve doğadaki “her şey” ile “insan”ın uzlaşmasını savunmuşsa da bunlar yalnızca “romantik tavırlar” düzeyinde kalmıştır. Bruno Latour şöyle yakınıyor: “Hayvanların Levinas’ları nerede? Artık anlıyoruz ki, insanın kendisinin diğer yarısı olan bu şeyler, ona iade edilmeden insan kurtulamaz.”

Tüm bu anlatılanlar, “insan” denilen “şey”i deşifre eden durumlardır kuşkusuz, öte yandan da şiddet ile ilgili her olay, sanki insanları tedirgin ediyormuş gibidir. Ne var ki insan hem o şiddeti içinde taşır, onu uygulamaya sokmaktan geri durmaz, hem de onu gizlemenin ve yadsımanın çarelerini arar. Ne diyordu Benjamin: Şiddetin bize gelenekler ve o gelenekleri yücelten kültürel miraslar ve kültürel metinler ile taşındığı… Modernlik, pek çoklarının sandığı gibi feodal gelenekleri yok etme yoluna hiç gitmemişti, ama onların biçimlerini değiştirmek ve kendisine yararlı hâle sokmakla yetinmişti, hepsi buydu.

Ve yukarıdaki satırlarda demiştik ki: “Oysa iş bu kadar basit değildir ve göstergeler düz bir çizgi halinde ‘ideal olan’a doğru ilerlemez. O göstergeleri parçalayıp içindekileri ortalığa döküp saçan pek çok felsefeci, tarihçi, sanatçı vb. vardır.” Mehmet Resul Kaçar da o sanatçılardan biridir ve onun oluşturduğu her bir sahne, hem “insanın şiddeti”ni, hem de o şiddeti ustaca gizleyen “uygarlık” ve kültür” temsillerini, yine insanın yüzüne vurur.

Emre Zeytinoğlu, Aralık 2020