Berkay Buğdan

Biyografi:

1986 İstanbul’da doğdu

2003-2007 Maryland Institute College of Art, İllustrasyon (David Jacob ve C.V. Starr bursları)

2007-2011 ABD ve Bosna Hersek’te serbest olarak animasyon tasarımı ve illüstratörlük yaptı

Halen İstanbul’da yaşamakta ve çalışmaktadır

 

Seçilmiş Kişisel Sergileri:

2021 Ash (Kül), Galeri 77, İstanbul, Türkiye

2017 Reclamation (Islah), Art Stage Singapur 2017 Fuarı, Singapur

2016 Islah, Mixer, İstanbul, Türkiye

2016 Typhon, Art Stage Singapore 2016 Fuarı, Singapur

2014 Chaoskampf, Mixer, İstanbul, Türkiye

2012 01 Ante Bellum, Mim Sanat & Antika, İstanbul, Türkiye

 

Seçilmiş Grup Sergileri:

2020 Virtual Contemporary Istanbul Art Fair, Galeri 77 ile, İstanbul, Türkiye

2020 Step İstanbul, Taksim 360 Project, Galeri 77 ile, İstanbul, Türkiye

2020 Hatırla Beni, Galeri 77, İstanbul, Türkiye

2019 Bang Art Innovation Prix 2019, İstanbul, Türkiye

2019 Contemporary İstanbul Sanat Fuarı, İstanbul, Türkiye

2019 Dünyada Hayat Var mı?, Elgiz Müzesi, İstanbul, Türkiye

2018 InterForms, Design Week Turkey, İstanbul, Türkiye

2018 Contemporary İstanbul Sanat Fuarı, Mixer / RobbReport / ArtHereIstanbul ile, İstanbul, Türkiye

2018 Art Stage Singapore, Mixer ile, Singapur

2017 Contemporary İstanbul Sanat Fuarı, Mixer ile, İstanbul, Türkiye

2016 Stroke Art Fair 2016, Münih, Almanya

2016 Contemporary İstanbul Sanat Fuarı, Mixer ile, İstanbul, Türkiye

2015 UİP-6.Boğziçi Zirvesi, Çırağan Sarayı, İstanbul, Türkiye

2015 Things That Count, Things That Don't, New York The Abrazo Interno Gallery, New York, ABD

2015 Contemporary İstanbul Sanat Fuarı, Mixer ile, İstanbul, Türkiye

2015 Olasılıklar ve Tercihler, Mixer, İstanbul, Türkiye

2014 MHIE, C.A.M. Galeri, İstanbul, Türkiye

2014 Contemporary İstanbul Sanat Fuarı, Mixer ile, İstanbul, Türkiye

2014 Mass Hallucination / Ill Education, C.A.M. Galeri, İstanbul, Türkiye

2014 Tomtom Calling!, Tomtom Gardens, İstanbul, Türkiye

2013 Contemporary İstanbul Sanat Fuarı, Mixer ile, İstanbul, Türkiye

2013 Mamut Art Project, Antrepo 3 - Karaköy, İstanbul, Türkiye

2013 Açık Depo, Mixer, İstanbul, Türkiye

2012 Contemporary İstanbul Sanat Fuarı, Mim Art & Antiques ile, İstanbul, Türkiye

2012 Bağlantısızlar, Mixer, İstanbul, Türkiye

 

1986 İstanbul doğumlu Berkay Buğdan, 2003'te Maryland Institute College of Art'a tam bursla kabul edildi. İllüstrasyon, animasyon ve tasarım çalışmalarının yanı sıra ilk kişisel sergisi “Ante Bellum” ile sanat dünyasına giren Buğdan, Türkiye ve uluslararası platformlarda üretmeye ve çalışmaya devam etmektedir. Sanatçı İstanbul’da yaşamaktadır.

Endüstriyel materyaller ve veri analiz tekniklerini klasik resim ve heykel ile birleştiren Berkay Buğdan, değişim, kaos ve insanlığın izine dair çalışmalarında deneysel üretim ve görselleştirme metotları ile öne çıkmaktadır. Buğdan tekniği içerisindeki gerek yazılım girdisi gerekse kimyasal müdahale ve doğaya maruziyet ile eser üzerindeki kontrolü ve hikayeleştirme güdüsüne karşıt olarak entropi ve kaosu sunmaktadır.

 

Yorumlar:

Küllerinden Doğma ya da Karanlık Ebediyette Kalma Meselesi

Her ne kadar doğal, kültürel ve sosyal çevremizin düzenli, doğrusal ve istikrarlı olmasını dilesek de hayatın entropi yoluyla şekil aldığının farkındayız. Beklenmedik ve yapısal olmayan değişiklikler çoğu zaman kaos olarak değerlendirilir. Bizi ürküten bir şey bu, çünkü mikro ve makro habitatlarımızda aslında ne denli kırılgan olduğumuzu gözler önüne sermekte.

Modern insan kalıcı değişim ve yıkımın gücünden korunmak için rasyonalizm, mantık ve bilimi kendine siper etti. İnsanlık, gerçekliğin bilimsel olarak ölçülebileceğine kanaat getirdi. Dünyayı fayda ve zarar eksenleri üzerinden kategorize etti ve sınıflandırdı. Uçsuz bucaksız kütüphaneler boyunca nasıl doğayı alt edip, uzay ve zamanın limitlerini aşmaya çalıştığımızı anlattık. Gerçekten de tabiattan fırlayıp dünyayı kendi istek ve ihtiyaçlarımıza göre şekillendirme arayışımızda çok yok kat ettik. Fakat hangi bedelle? Ve gerçekten başarabildik mi?

Günümüz dünyasının korkunç durumu; global ölçekte aşırı tüketim, vahşi kapitalizm, tehlikeli militarizm ve siyaseten sağ muhafazakarlık üzerine kurulu dünya görüşümüzü tekrar gözden geçirmemiz gerektiğinin altını çiziyor. Zaman zaman bir an bile olsa durup, bitmek bilmeyen randevularımıza peşi sıra gitmeye bir ara verip tüm bu ivedilik ve koşuşturmanın sebebini sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Neyin özlemini çekiyoruz. İçimizde bir şey mi, yoksa dışarıda mı? Manevi bir şey mi, yoksa entelektüel ya da maddi mi? Şeytanın da sormayı sevdiği gibi, gerçekten neyi arzuluyoruz? İhtiyacımız olan şey nedir? Ne istiyoruz ve ne kadarı yeterli?

Neyi isteyip istemememiz gerektiğini ya da hayatta neyin çabaya değer olduğunu burada tartışmayacağım. Kuşkusuz ki kimse kimseye bu gibi konularda mutlak ve evrensel hakikate tabi fikirler verecek durumda değil. Aynı zamanda böyle bir tartışma en nihayetinde psikoloji, felsefe, antropoloji ve ezoterik bilimlere varacaktır ve bu katalog yazısı, bu tarz bir araştırma için uygun yer değil. Yine de bu sorular bizim için önemini korumakta; işte Berkay Buğdan, Galeri 77’deki güncel sergisi Kül de entropi, başkalaşım ve her şeyin değişim ve zamanın gücü karşısında çözülmeye uğrayacağını ifade eden termodinamiğin ikinci kanunu gibi fikirleri ele alıyor.

Sanatçı, yarattığımız şeylerin zamana dayalı sınırlamasının yanı sıra varoluşumuzun nihailiğini de ortaya koyuyor. Eserleri; makinelerimizin, binalarımızın, eserlerimizin ve sanat eserlerimizin sonsuza kadar sürmediğini vurguluyor. Sanatçı aynı zamanda organik ve inorganik yaşamın nihailiğinin tüm bunları daha samimi ve değerli kıldığının altını çiziyor. Gerçekten de ölüm ve çürüme olmadan yeni yaratı da olmaz. Daimî değişim ve başkalaşım olmadan, ilerleme ve gelişim de olmaz. Yaşam döngüsünü işte bu güçler döndürür, tıpkı salt bir yaratıcılık makinesi gibi dünyadaki tüm yaşamı besleyen ve işleyen enerjiyi üretir.

Her şeyin sınırlılığı ve nihailiği, serginin kavramsal çerçevesinin özünü oluşturmakta. Entropi ve daimî değişim dünyayı şekillendirirken, kaos ana karakter haline gelir ve her şeyin ve herkesin nihai olarak çözülmesi bunun kaçınılmaz sonucudur. Tıpkı plastik, beton ve organik malzemeler gibi her şeyin bir son kullanma tarihi vardır, bundan sonra malzeme sağlamlığını, rengini ve şeklini kaybederek nihayet en temel unsurlarının sergilenmesiyle varlığı son bulur.

Yine de insan zihni, içinde her şeyin olduğu gibi kaldığı ebedi bir dünyanın özlemini çeker. İdeal bir dünyada hastalık, ölüm, sefalet, değişim ve nihaiyet gibi şeylere yer yoktur. Oysa bu sadece bir fikir ya da içimizi rahatlatan bir ütopya olabilir. Yine de somut dünyamıza baktığımızda, bunun tam tersinin geçerli olduğunu anlıyoruz. Belki de bugünlerde ütopya yerine distopya terimini bu kadar çok kullanmamızın sebebi de budur.

Berkay Buğdan'ın sergisinde, insan uygarlığının kırılganlığı ve bunun zihnimiz ve bilincimiz üzerindeki etkisi, tuval üzerine çok sayıda kömür çizimiyle çevrelenmiş tek bir merkezi heykel ile ortaya çıkıyor.

Sanatçının eserlerini yaratmak için işlenmemiş kömür kullanması yalnızca biçimsel bir anlam taşımıyor. Kömür, yıllar öncesinden kalma bir botanik çürüme sürecinin sonucu olduğu için sanatçı, çizimleri oluştururken tarihi elinde tutuyor. Başkalaşımın bir temsili olarak kömürün Buğdan için özel bir anlamı var. Kömür onun için basit bir çizim aracından daha fazlası. Nihailiğin, değişimin ve başkalaşımın tezahürü.

Ayrıca kömürün biçimsel yapısı ve maddesel özellikleri, sergide hem biçimsel hem de kavramsal anlamlar taşımakta. Kömür kırılgandır. Sanatsal malzeme olarak sabitlenmelidir. Aksi takdirde, kaza sonucu yer değiştirebilir veya rüzgarla uçup gidebilir. Zamana ve değişime karşı oldukça savunmasızdır. Dolayısıyla malzeme, Kül’ün kavramsal çerçevesiyle güçlü paralellikler göstermekte.

En nihayetinde biçimsel kırılganlık ve daimî dönüşüme dair çeşitli referansların yanı sıra, kömürün estetik kalitesi de sanatçı için büyük önem taşımakta. Kömür ile çeşitli kalınlık ve yoğunlukta çizgiler çizebilirsiniz. Aynı zamanda, tıpkı pastel boya kalemleri gibi sanatçıya farklı doku ve yapı alanları formüle etme imkânı tanıyarak, normal çizimin çizgi yapısının ötesine geçen resimsel bir nitelik elde edebilirsiniz.

Kömürün rengi yoktur, siyahtır! Bu sebeple seçilen malzeme, doğal çürüme bağlamında zamanın dönüşümüne işaret eder. Bir zamanlar var olan bitkiler ve doğal elementler, orijinal formunu ve rengini kaybettiler. Kömür oldular. Bir zamanlar ayrıntılı formlar ve zarif renklerle donatılmışlardı, şimdiyse bir kömür çubuğunda, basit geometrik siyah çubuklara indirgeniyorlar. Ancak, yine bir başkalaşım gücü olarak Berkay Buğdan'ın ellerinde, tuval üzerinde yeni formlar ve yeni anlamlar yaratan bir araç halini alıyorlar. Kömür parçacıkları insan figürleri, bir şehir manzarasının parçaları, deniz üzerindeki dalgalar veya gökyüzündeki kuşlar haline geliyor.

Renkleriyse asla geri dönmüyor. Kömürün siyahı, sanat eserlerinin yapıcılığının altını çiziyor. Figüratif olmalarına rağmen asla gerçekçi durmuyorlar. Kompozisyonlar, uzak bir geçmişin rüya gibi anılarını andırıyor. Anılar hep hakikat ile sahte, gerçeklik ile kurgu ve nesnelcilik ile öznelcilik arasında gidip gelen, zihnin bulanık tefsirleridir. Anılar, bizi özlem duyduğumuz ve kendi isteklerimize uyan bir gerçeğe ikna olabilmek için kendimize söylediğimiz yalanlardır. Kömürün koyu siyahının serginin kavramsal çerçevesiyle örtüşmesinin nedeni de bu. Bazen keskin ve belirgin formlar sunmak için, bazen de dumanlı bölgelerden bulanık alanlar oluşturmak için kullanılan kömür, işlere gizemli bir hava katıyor. Tasvir edilen formlar titreşiyor ve varoluş ile çözülme arasındaki eşikte duruyor. Bulanık alanların kenarlarında konumlandıklarından, her an yok olma ve nihai olarak çözülme riskiyle karşı karşıyalar. Kömürün siyahı, her organik ve inorganik varoluşun sonunda bekleyen sonsuz ve bilinmeyen karanlığı ortaya çıkarıyor.

Serginin merkezindeyse elinde bebeğiyle bir kadın figürü heykeli yer alıyor. Kadın ve bebeği kömürle kaplı ve bu nedenle ten, göz ve saç rengi vb. gibi bireysel ayrıntıları kaybetmişler. İzleyiciye bir zamanlar oldukları insanları hatırlatan gölgeler olarak görünüyorlar. Bu da heykele akıldan çıkmayan bir atmosfer kazandırıyor. Figür, tıpkı bir hayalet gibi, zaman ve uzayın siyah hiçliğine doğru bakıyor. Yüz ifadesi düşüncelerine veya hislerine dair bir fikir vermiyor. Bir zamanlar ona bireysel bir karakter kazandıran yüz maskesi cansız ve donmuş görünüyor. Aynı zamanda basit postür, kişilik eksikliği ve nötr bedensel ifade bu heykeli distopyayla karşı karşıya kalan insanın evrensel bir sembolüne dönüştürüyor.

Heykele bakıldığında ruh halini anlamak güç. Nerede yaşadığını ve nereden geldiğini de bilmiyoruz. Yine de başımızı kaldırınca onun dünyasına dair birtakım şeyler görür gibi oluyoruz. Bu aynı zamanda bizim dünyamız da değil mi? İmgeler oldukça tanıdık geliyor. Güçlü ve canlı deniz manzaralarının yanı sıra kuşların uçuştuğu ufuk çizgileri görüyoruz. Gökyüzü ve deniz, iki güçlü evrensel imge, Kül'de sunulan diğer sahnelere bir çerçeve sunuyor. Şehir kalıntıları ve çözülmüş limanlardan parçalar, medeniyetin yok olduğuna işaret ediyor.

Ortalıkta hiç insan yok. Şehirler bomboş, gemiler hiçbir yere gitmiyor. Gidecek bir yer yok, yaşayacak bir yer de. Kusursuz fırtına ve nihai kıyamet, saf distopyayı yaratmış.

Kül, dünyamızın somut durumu hakkında eleştirel bir yorumda bulunuyor. Serginin merkezinde, zamansız ve mekânsız bir zeminde bu figür oturuyor. Yine de gözleri ileri bakar durumda. Bebeği yaşam döngüsünde yeni bir başlangıcın sembolü olarak tutuyor; bazı sergi ziyaretçileri insanlık için hala umut olduğuna kanaat getirebilirken, diğerleri bu ikisinin çoktan ölmüş olduğunu düşünebilir. Umut olup olmadığına karar vermek seyirciye kalmış. Küllerinden mi dirilecekler yoksa kara ebediyette mi kalacaklar? Cevap bize bağlı, tıpkı gezegenimizin ve medeniyetimizin geleceğinin bizim elimizde olduğu gibi.

Prof. Dr. Marcus Graf, 2020

Sanat Eleştirmeni, Küratör

Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü Başkanı

 

***

Sanatçı hayata dair olan ve hayatın içinden gelen varoluşsal olguları resmederken geçiş malzemesi olan pas ile zaman alışverişinde bulunarak, bazen de yıkım sürecini sınırlandırarak eserlerini yaratıyor. Sergi, heykellerin dahi kendi içinde bir yapım ve yıkım sürecinden geçtiği ve bu döngünün her açısının sergiye ve çalışmalara dahil edildiği bir devinim içerisinde nefes alıyor. Sanatçı, bugüne kadar irdelediği kaos temasından yola çıkarak sürdürdüğü pratiğinde ne tam var olabilen ne de tam yok olabilen bir çizgiye doğru ilerliyor.

Sanatçının hep irdelemiş olduğu kaos kavramının, sergide daha olgun bir bakış açısıyla ele alındığını söyleyebiliriz, zira Buğdan bu sefer işlerinde kaosun yeniden doğuş kısmına odaklanıyor. Zaman kavramının Buğdan’ın işlerinde daha elzem bir noktaya geldiğini ve süreç kavramının ön plana çıktığını gözlemliyoruz, bakmak veya görmekten ziyade ‘oluş’u deneyimliyoruz.

Sanatçı varoluşsal bilgiyi toplayıp derleyip sentezlediği çalışmalarda ses ve dokunma gibi tüm algılara hitap etmeyi tercih ediyor. Örneğin; sanatçının ürettiği ilk interaktif çalışma olan bir enstrüman-heykel formunda olan eser, işlerdeki en temel ögelerden biri olan geçiciliğe vurgu yapıyor, geçici olanın varoluşsal değerini yüceltiyor. Zira bu interaktif heykel enstrümanının katılımcılarla beraber mekândan beslenerek mekâna dağıttığı ses dalgalarının ömrü oldukça kısa. Burada, bu enstrüman-heykel aslında bir bitki veya ağaç gibi, geçici estetik algısının altını çiziyor, var olduğu anda kaybolan ses dalgaları, insanoğlunun yaptığı veya yapacağı her şeyin kozmik zaman tünelinde doğrudan yok olan (ya da yok olacak olan) varlığını temsil ediyor. Adeta bir orman yangınına bakarken hissettiğimiz ihtişam ve hayranlık hissine paralel bir duygu ile, bir entropi hayranlığıyla yıkımın sürece ve yeniden yaratıma dahil olduğunu hatırlıyoruz, bizlere esasen geçici olanın geçiciliğinin yaşamın kendisi olduğu gerçeğini vurguluyor.

Sanatçının sergilenen ilk heykel çalışmalarından biri olan “qualis eram”, eski dönem “yaşayan taş heykel” Yunan estetiğini andırsa da bir mühendislik harikası olarak planlı bir şekilde inşa edilmiş. Son derece yapay bir güzellik anlayışını barındıran heykelin bazı kısımlarını üretim süreci içerisinde yok eden sanatçı, heykelin kendisini de bir nevi estetik ömrüyle sınırlandırarak bu sahte güzellik anlayışını sorguluyor.

Buğdan, “bir şeyin geçici olması onu daha önemli kılıyor bence” diyerek işlerinde yarattığı koşullu varoluş halini açıklıyor, “zaten her şey geçici ise kalıcı olan sadece ‘an’ ve ondan ne yaptığımızdır.” Yıkım olgusunu estetize eden bir anlayıştan ziyade, hali hazırda yıkılanın / yok olanın varoluşun esas parçası olduğu fikrini yücelten bir yaklaşım içerisinde bulunan, yıkım ve dönüşüm temasını hem malzemelerin dönüştürülme hallerinde hem de gezerken kendimizde bulabileceğimiz bir sergi… Belki de işlerin bu denli doğal bir hayranlık uyandırmasının sebebi, salt estetik bir yaratımdan ziyade “oluş” olgusunun hassas dengelerine şahitlik etmesidir. Resmetmekten çok bir varoluş pazarlığı olan; karanlık (yaşamayan) ve aydınlık (yaşayan) arasındaki denge sayesinde ifşa edilen ‘oluş’a dair ipuçlarını silen ve yeniden yazan bir sergi…

 

Selin Turam

“Islah” sergi kataloğundan, Mixer, 2016